Ölüm ve Zorlanan Hallerim
Palyatif Bakim, ilk tecrube
Bu yazıyı Palyatif Bakım’a gitmeye başladığım ilk zamanlarda yazmıştım. Bir parça neden böyle bir tercihte bulunduğumu anlatır. Bir parça Palyatif Bakım hallerini , bir parça ölümle veya ölümün yanında durmakta zorlanma hallerimi. Yazıda bahsettiğim Anthony yüzyüze görüştüğüm ilk hastaydı ve biz tanıştıktan sonra üçüncü hafta öldü. Eğitimlerde hastalarla nasıl konuşmamız gerekliliği anlatılır, söylenilmemesi gerekenler belirtilir. Anthony, bu yapılmaması gerekenlerin nerdeyse hepsini -istemeden- yaptığım bir hastaydı. Çünkü, çok şanslıyım ki, ölüm korkusundan bahsedebilen, sahici konuşmalar yapabilen biriydi ve ben ilk tecrübemde o korkularla onun yanında durmakta zorlanmıştım.
Evet, hem de çok zorlanmıştım. Ama kendi deneyimlerimden görüyorum ki, bu zorlanmaların (hatta üzüntülerin) hepsi beni genişletti.
Öğreniyorum. Bunlar, meğerse,öğrenilecek şeylermis.
Ölümle ilgili dürüstlükle konuşabilmek, ölenin yanında durabilmek, hislerimi olduğu haliyle anlayabilmek ve gösterebilmek, ölen kişilere o an kendi olma haklarını verebilmek…. Hatta bir adım ötesinde, yaşadığımız yüzyılın etkilerini, bizi şekillendirmelerini, tarihi arka planları görebilmek …
En basit haliyle ‘Ölüm’ kelimesini kullanabilmek.
Öğreniyorum, Öğreniyoruz.
————————————————————–
Ölümü bilmek istiyorum. Aslından kaçamayacağım, ama öncesinde pratiğini bile yapamadığım, sadece üzerinde düşünmek icin erteleme hakkımın olduğu bir konu ölüm, ki o da ansızın gelmezse. Ölüm bildiğim bir şey değil. Kıyaslayabileceğim bir referansım yok, hiç ölmedim. Sadece sevdiklerim, çocuklarım ölürlerse korkusu var. Kendisini değil, korkusunu biliyorum.
Palyatif Bakım Servisinin (Palyatif Bakım artık tedavisinin mümkün olmadığı düşünülen hastaların ağırlıklı olarak acılarının/ağrılarının azaltılması yönünde çalışan, hastanelerle kıyaslanınca masaj, Reiki , sanat ve müzik terapi gibi bütüncül yöntemlere de olanak veren, kısacası hastaların ve ailelerin son zamanlarını daha iyi geçirmelerini hedefleyen bir yapı) önünde bekliyorum bir süre, ne durumdayım göreyim diye. Hiç bir heyecan belirtisi yok, olabilecek en sakin halimdeyim. Aklım hemen bir şeylerle kıyaslama yapmak isteyince Hacettepe günlerimi düşünüyorum , kanserli çocukların olduğu binanın önünde heyecan ve korkudan zangır zangır titrerdiğim günleri. O yüzden bu sakinlik garip geliyor ilk başta. Sanki bu ben değilim.
Ölüm bir adım içeride duruyor. Binanın içinde, en görünebilir, ona en fazla yaklaşabileceğim haliyle. Sakinim, belki de orası bir hastane olmadığı için. Hastaneler her türlü duygunun en yoğun haliyle yaşandığı yerler. Tedavi için hala ümit var, kızgınlık var, hayal kırıklığı var, korku var. Peki ya Palyatif Bakım öyle mi? Bambaşka… Zaten tedavi ümidin yok, diğer duygularsa “çaresiz bir kabullenmişlik” arkasında gizleniyorlar. Orası , ne bana ne hastaya ait; geçici, tarafsız bir bölge gibi. Ve içeride ölüm var, dışarıda yok.
İçeride Anthony ile konuşuyorum. Son 10 yıldır kanser, artık ümit kalmamış. Fotoğrafçı.
Sağlıklıyken nasıl keskin olduğunu görebiliyorum, hani varlığını her damlasına kadar hissettiren insanlar vardır ya. Öyleymiş bence. Şimdi yorgun, ağrıları var, unutkanlık başlamış. Gençken ölümden hiç korkmadım, hiçte düşünmedim diyor. Ama son üç gündür ölüm korkusundan başka bir şey düşünemiyormuş.Kabuslar gördüğünü söylüyor. Anlatırmısın diyorum, sadece içinde yıkım ve şiddet var, ben şiddetten nefret ederim diyor ve bunu beş kez tekrarlıyor. “Ben şiddetten nefret ederim.” Belli ki korkuları tetiklenmiş bir halde, başka bir şeyler yapıp kendini oyalayacak enerjisi kalmamışken, MECBUREN, o odada kendi başına oturuyor. Yin yoga yaparken belirli bir pozda hareket etmeden bir kaç dakika kalmanız gerekir. Burada, o her bir odanın içi birer yoga mat’i gibi geliyor bana o anda.
Şifa nedir diye düşünüyorum? Fiziksel şifanın mümkün olmadığı bir durumda, benim için ruhumun şifası, ölüm yanıbaşımdayken, ondan “ölesiye”korkarken ve belki de hala ölmek istemezken, kaçışı olmayan bu durumu kabullenip onunla bir arada yaşamaktan geçiyor sanki. Anthony’nin korkuları beni de tetikliyor, bir anda iyi hissetme ihtiyacım kabarıyor, iyi bir şeyler söylemeliyim, onu neşelendirmeliyim diye düşünüyorum . Oy küçük kız, küçük Berna. Herkes gibi onun da karanlık, depresif veya rahatsız edici olmaya hakkı var. Ne onun , ne benim birbirimizi iyi hissettirmek gibi bir sorumluluğumuz yok. Sadece dinle. Olmak üzere olana, söylenmek üzere olana yer aç. Hayata nasıl yer açıyorsan, ölüme de öyle yer aç. Ölümün kendisi değiştirilebilecek bir şey değil ki. Onun kendi başına bir anlamı, kendi içinde bütünlüğü var zaten. Yapabileceğim ancak Anthony’nin ve benim insanlığımı görmek. Çok güzel olduğumuzu görmek. Nihayet susabiliyorum, hiç bir şey demeden dinliyorum.
Evin nerede diyorum, burası diyor. Evine gidemeden, gerçek evine dönmek için zamanını bekliyor.